Günlerdir ekranlarda İmamoğlu’nun müzayededen satın aldığı Fatih Sultan Mehmet Han tablosu, Baro Seçim Yasası bir de eski CHP milletvekili İlhan Kesici’nin röportajında değindiği ifadeler tartışılıyor.
Konuşmacılar tv kanallarını gezen adeta kadrolu isimler. Ortak yönleri ise ekranlara iki grup halinde çıkmaları. Bir grup her ne konu olursa olsun kayıtsız şartsız Ak Parti’yi ve Cumhurbaşkanı’nı savunuyor, diğer grup ise tam tersine olumsuzlukları sıralıyor.
Kimse karşı olduğu kesimin iyi yaptığı işi, fikri zinhar aklından bile geçirmiyor.
Tabi çabaları boşa değil, kendilerine göre kutsal amaçları var, bulundukları yeri korumak veya hayalini kurdukları yere ulaşmak.!
Konuşmacılar Fatih Sultan Mehmet Han tablosunun Bellini atölyesinden çıkma olduğu konusunda hemfikirler fakat kim tarafından ve kime yaptırıldığı bilinmediğinden dolayı tablonun manevi bir değerinin olmadığı sadece müzayede değerinin olduğu kanaatindeler.
Aslında tablonun sahte olup olmadığı ve ödenen para, kimsenin umurunda değil.
Sıkıntı ettikleri tek şey, İmamoğlu’nun bu satın almayla siyasi rant elde etmiş olma ihtimali.
Farzedelim ki öyle ne var bunda. Hepinizin amacı da bir şekilde halkın teveccühünü kazanmak değil mi?
İmamoğlu zabıtayı alıp pazarcılara baskına gidercesine Ayasofya’yı tamamen camiye çevirse, üstüne bir de imamlık yapıp namaz kıldırsa diyecekler ki “vay sen niye kiliseyi camiye çevirdin, niye imamlık yaptın.! Bunu siyasi rant sağlamak için yaptın.!”
Böyle yaparsa hepimizin niyeti bu değil mi?
İşte insanımız bu kadar körü körüne kutuplaşmış durumda.
Barolar hakkındaki düzenlemeye gelince, bu konu avukatlar dışında her kesim tarafından tartışılmaya devam ediliyor.
Mademki bu düzenleme avukatların temsil sorunlarını ortadan kaldırmayı amaçlıyor; meslekte on yılını doldurmuş maddi manevi bir takım isteklerine kavuşmuş avukatların yanında, asıl konuşması gerekenler hukuk fakültesi öğrencileri ,stajyer avukat adayları ve mesleğe yeni başlamış bir kaç yıllık avukatlardır. Onların geleceğine karar veriliyor.
Hukuk fakültesi öğrencilerinin okullarından, toplumdan, siyasilerden, barolardan beklentileri nelerdir bunlar hiç tartışılmıyor, yeni düzenlemede onların da ihtiyaç duydukları konularda fikirleri katkıları olabileceği hiç kimsenin aklına gelmiyor. Onlara söz hakkı verildiğinde eminim öyle enteresan pratik çözümler sunarlar ki.
Barolar kanununun güncellenmesi, noksanlıklarının giderilmesi hatta belli oranda disipline edilmesi elzemdir.
Avukatlık mesleği insanla uğraşmayı gerektirdiği için ,insan olan her yerde avukatlar vardır. Nerede insana dair sorun görseler görev addederek işe koyulurlar. Zaten CMK da bunu gerektirmiyor mu?
Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı’na çıkışıyla başlayan süreç bir hizaya sokma refleksiyle atılmış adımdır. Dolayısıyla baro seçim sisteminin yeniden düzenlenip yürürlüğe sokulmak istenmesinde niyet kötü. Çünkü zamanlaması kötü. İki kötüden bir iyi çıkmaz.
Teşbihte hata olmaz, bu hikaye avukatlar için gelsin.
Yetim olan, sonradan babası Metin’in de ölümüyle öksüz de kalan köyün en güzel kızını isteği dışında kocaya veriyorlar. Kızın haberi yok. Damat kim; kör mü, topal mı, deli mi, akıllı mı, yaşıtı mı? Zalim mi bilmiyor…
Köyün ağası kafaya koymuş bu iş olacak…
İşte Meclis’e sunulan Barolar Seçim taslağı ile avukatların düştüğü durum kızın başına gelenlerle aynı…
Sürtüşmenin iki tarafı olan avukatlık ve imamlık Türkiye’de yıllardır kötü gösterilmeye çalışılıyor. Filmlerde ve dizilerde bu iki mesleğin karakterlerine ürkütücü, çirkin, art niyetli, para için yapmayacağı şey olmayan, sinsi ve şeytansı hisler barındıran, her pis işin altından çıkan roller üstlendiriliyor.
Bu zamana dek ne barolar ne de Diyanet İşleri çıkıp bu kötü imaj çizenlere karşı bir duruş sergilemediler. Birlik olması ve birlikte hareket etmesi gereken bu iki meslek ayrışmanın doruğunu yaşıyorlar.
Avukatlar beşeri hukuka göre savunma makamıdır, imamlık hem beşeri hem de uhrevi nizamda insanın, toplumun kötülüğe karşı savunucularıdır.
İki meslek erbabıyla da doğumla başlayan hukukumuz ölene kadar çeşitli vesilelerle hep temas halinde devam ediyor.
Türkiye’de belediye başkanlarının ve milletvekillerinin bir çoğu hukukçulardan oluşuyor. Meclis’teki vekillerin meslek dağılımlarına bakmadım ama eminim hukukçular çoğunluktadır. Bürokrasinin çeşitli kademelerinde imam hatip ve ilahiyat mezunu binlerce yönetici var.! Haliyle vatandaşla iç içe icra edilen bu iki meslek erbaplarının da ülke meseleleriyle hemhal olma eğilimini bir nevi meslek hastalığı olarak algılamak gerekir. (Tabi olumlu yönde ) İktidarın da avukatlardan çıkacak aksi sedalara ani tepki vermeden önce sakin bir değerlendirme yapması gerekir.
Diğer bir konu da 23.dönem CHP milletvekili İlhan Kesici’nin, bir tv kanalında yaptığı söyleşide görüşlerini belirtirken kullandığı keskin ifadelerle gündemdeki konulara farklı boyut kazandırdığıydı.
CHP içindeki bazı fikir çatışmasından,İmamoğlu’nun satın aldığı tablodan, Baro seçim düzenlemesi taslağına kadar bir çok konuyu pek alışık olmadığımız belki de özlediğimiz sadelikte, eğip bükmeden fikrini beyan etmesi beni şaşırttı çünkü unuttuğumuz bir üslupta konuştu.
İlhan Kesici’nin beni asıl şaşırtan açıklaması IMF konusundaki fikirleri oldu.
IMF’yi adeta dara düşünce imdadımıza yetişen Hızır neyse öyle anlattı.!?
IMF ‘nin kuruluş amacının ulvi bir görev olduğundan bahsetti.
Bunun üzerine yayın sunucusunun sorduğu, “IMF borç verdiği ülkelerin içişlerine karışıyor” minvaldeki sorusuna, İlhan Kesici şöyle cevap verdi:
“-Tabiki karışacak, üye ülkelerden topladığı aidatların borç alan ülkeler tarafından doğru yerlerde harcanıp harcanmadığını kontrol etmek zorunda, bu da IMF’nin hakkaniyet ve sorumluluk görevidir” dedi.
IMF’in nerde kimler tarafından ,niçin kurulduğunu, açık ve gizli faaliyetlerini bilmesek Kesici’nin IMF hakkındaki sözlerine bakıp ne mübarek bir kuruluş derdim.!
İşte halimiz ahvalimiz…
GÜNDEM
19 Mayıs 2024GÜNDEM
19 Mayıs 2024SPOR
19 Mayıs 2024SAĞLIK
19 Mayıs 2024SAĞLIK
19 Mayıs 2024GÜNDEM
19 Mayıs 2024GÜNDEM
19 Mayıs 2024