escort Bağcılar escort Bahçelievler escort Bakırköy escort Bayrampaşa escort Beylikdüzü escort Güngören escort İstiklal escort Kadıköy escort Sultanbeyli escort Üsküdar escort Avsallar escort Mahmutlar escort Oba escort Mecidiyeköy escort Ölüdeniz escort Güllük escort Kültür escort Ataşehir escort Avcılar escort Başakşehir escort Esenler escort Esenyurt escort Fatih escort Gaziosmanpaşa escort Kartal escort Küçükçekmece escort Maltepe escort Pendik escort Sultangazi escort Ümraniye escort Adapazarı escort Yalıkavak escort güvenilir casino siteleri Yalova escort Muğla escort Aydın escort Çanakkale escort Balıkesir escort Tekirdağ escort Manisa escort Trabzon escort Kahramanmaraşescort Kütahya escort Osmaniye escort Sivas escort Tokat escort Çorum escort Yozgat escort Isparta escort Elazığ escort Ordu escort Edirne escort Erzincan escort Zonguldak escort Rize escort Uşak escort Kırşehir escort Erzurum escort Giresun escort Amasya escort Sinop escort Niğde escort Bolu escort Karaman escort Kırıkkale escort Bayburt escort Ardahan escort Gümüşhane escort Artvin escort Çankırı escort Bartın escort Sinop escort Bilecik escort Karabük escort Burdur escort Nevşehir escort Kıbrıs escort Kırklareli escort Kastamonu escort Düzce escort Aksaray escort Adıyaman escort Afyon escort Arnavutköy escort Bebek escort Beşiktaş escort Beykoz escort Beyoğlu escort Büyükçekmece escort Çatalca escort Çekmeköy escort Eyüpsultan escort Kağıthane escort Sancaktepe escort Sarıyer escort Şile escort Silivri escort Şişli escort Taksim escort Zeytinburnu escort Aliağa escort Balçova escort Bayındır escort Bayraklı escort Bergama escort Beydağ escort Bornova escort Buca escort Çeşme escort Çiğli escort Karşıyaka escort Fehiye escort Marmaris escort Gaziemir escort Dikili escort Menderes escort Menemen escort Torbalı escort Atakum escort Çerkezköy escort Yenişehir escort Bodrum escort Toroslar escort Tarsus escort Silifke escort Mezitli escort Erdemli escort Anamur escort Akdeniz escort Melikgazi escort Elbistan escort Lüleburgaz escort İzmit escort İlkadım escort Çorlu escort Battalgazi escort Yeşilyurt escort Milas escort Ceyhan escort Çukurova escort Kozan escort Sarıçam escort Seyhan escort Emirdağ escort Sandıklı escort Merzifon escort Suluova escort Taşova escort Altındağ escort Batıkent escort Çankaya escort Çubuk escort Etimesgut escort Haymana escort Kahramankazan escort Keçiören escort Kızılcahamam escort Mamak escort Polatlı escort Pursaklar escort Sincan escort Ulus escort Yenimahalle escort Aksu escort Alanya escort Belek escort Demre escort Döşemealtı escort Elmalı escort Finike escort Gazipaşa escort Kaş escort Kemer escort Kepez escort Konyaaltı escort Korkuteli escort Kumluca escort Lara escort Manavgat escort Muratpaşa escort Serik escort Side escort Didim escort Efeler escort Nazilli escort Söke escort Altıeylül escort Ayvalık escort Bandırma escort Bigadiç escort Burhaniye escort Dursunbey escort Edremit escort Erdek escort Gömeç escort Gönen escort Havran escort İvrindi escort Karesi escort Kepsut escort Susurluk escort Büyükorhan escort Gemlik escort Görükle escort Gürsu escort Harmancık escort İnegöl escort İznik escort Karacabeyescort Kestel escort Mudanya escort Mustafakemalpaşa escort Nilüfer escort Orhangazi escort Osmangazi escort Yıldırım escort Biga escort Çan escort Gelibolu escort Karahayıt escort Merkezefendi escort Pamukkale escort Keşan escort Aziziye escort Palandöken escort Yakutiye escort Odunpazarı escort Tepebaşı escort Araban escort İslahiye escort Karkamış escort Nizip escort Nurdağı escort Oğuzeli escort Şahinbeyescort Şehitkamil escort Yavuzeli escort Bulancak escort Espiye escort Görele escort Altınözü escort Arsuz escort Antakya escort Defne escort Dörtyol escort Erzin escort Hassa escort İskenderun escort Kırıkhan escort Kumlu escort Payas escort Reyhanlı escort Samandağ escort Eğirdir escort Yalvaç escort Foça escort Karabağlar escort Kemalpaşa escort Kiraz escort Kınık escort Konak escort Narlıdere escort Ödemiş escort Tire escort Urla escort Safranbolu escort Akhisar escort Alaşehir escort Kırkağaç escort Salihli escort Sarıgöl escort Şehzadeler escort Soma escort Turgutlu escort Yunusemre escort Akkışla escort Bünyan escort Develi escort Kocasinan escort Talas escort Yahyalı escort Gazimusağa escort Girne escort İskele escort Lefke escort Lefkoşa escort Başiskele escort Çayırova escort Darıca escort Afşin escort Dulkadiroğlu escort Göksun escort Onikişubat escort Türkoğlu escort Kızıltepe escort Mut escort Dalaman escort Gümbet escort Datça escort Kavaklıdere escort Köyceğiz escort Menteşe escort Turgutreis escort Ula escort Yatağan escort Fatsa escort Altınordu escort Ünye escort Düziçi escort Kadirli escort Ardeşen escort Akyazı escort Arifiye escort Erenler escort Geyve escort Hendek escort Karasu escort Kaynarca escort Sapanca escort Derince escort Dilovası escort Gebze escort Gölcük escort Kandıra escort Karamürsel escort Kartepe escort Körfez escort Akşehir escort Beyşehir escort Bosna escort Ereğli escort Karapınar escort Meram escort Selçuklu escort Gediz escort Simav escort Tavşanlı escort Doğanşehir escort Bafra escort Çarşamba escort Boyabat escort Kapaklı escort Süleymanpaşa escort Erbaa escort Niksar escort Turhal escort Akçaabat escort Of escort Ortahisar escort Yomra escort Armutlu escort Çiftlikköy escort Çınarcık escort Akdağmadeni escort Boğazlıyan escort Sarıyaka escort Sorgun escort Alaplı escort Çaycuma escort Devrek escort Ereğli escort Kilimli escort Kozlu escort
rekla
39-F41-FC7-1-BBD-47-AC-82-FE-7706-BF578-A71
Zübeyir SALTUKLU

Zübeyir SALTUKLU

08 Temmuz 2022 Cuma

ERZURUM İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ İLE ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ’NİN YARDIMLAŞMASI

ERZURUM İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ İLE ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ’NİN YARDIMLAŞMASI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi eski dekanı ve emekli hocası Prof. Dr. Samih Bayrakçeken Bey’den Yakutiye Mareşal Fevzi Çakmak İlkokulu Müdürü Muharrem Şahin Bey, İKİNCİ YUVAM adıyla çıkardıkları okul dergisinin 2.nci sayısı için bir yazı istemiş.

Bayrakçeken, Etkili Öğretmenlerin Nitelikleri başlıklı bir yazıyı aynı fakültenin değerli Öğretim Üyesi Dr. Özlem Oktay ile beraber hazırladığını söyledi. Sabah yürüyüşümüz esnasında zaman zaman da konu üzerinde fikir alışverişi yaptık. Hocama, dergi yayınlanınca hazırladığınız Etkili Öğretmenlerin Nitelikleri başlıklı makalenizi köşemde okurlarımla buluşturmak isterim. Çok kişi istifade eder dedim.    Bu durumu Okul Müdürü Muharrem Bey’e iletince bundan memnun olduğunu da ifade etmiş.

Dergi  “Mareşal Fevzi Çakmak İlkokulu Yakutiye/ Erzurum, Mayıs 2022 /Sayı 2, İKİNCİ YUVAM Okul Dergisi” başlığıyla 45 sayfa olarak yayınlanmış.  Büyük emeklerle hazırlanmış dergide her bir öğretmenin yaptığı etkinlikler yer almış.  Dergiye yine Kazım Karabekir Eğitim Fakültesinden mesai arkadaşlarım Prof. Dr. Halit Dursunoğlu “Çocuğunuzun Öğretmenine, Okul İdarecisine Verdiğiniz Değer,  Çocuğunuza Verdiğiniz Değerdir”, Prof. Dr. Ali Osman Engin “Üstün Yetenekli Çocuklar ve Eğitim” ve dostum Bilsem Müdürü Uzm. Psk. Dan. Uğur Elmas  “Çocukların Yeteneklerinin Nasıl Geliştirebiliriz” başlıklı yazılarıyla dergiye katkıda bulunmuşlar. Okul Müdür Muharrem Şahin ve Yakutiye İlçe Milli Eğitim Müdürü Cihan Kıvanç Beylerin de yazıları yer almış. Müdür Yardımcısı Malik Şahin ve öğretmen arkadaşların dayanışmasıyla “Söz gider yazı kalır.” atasözümüzde ifade edildiği gibi ortaya kalıcı bir eser çıkmış. Kurumlar arasında dayanışma ve işbirliği olunca ortaya güzel ürünler çıkmaktadır. Bize de bu imkânı veren ve emeği geçen herkese siz okurlarım adına teşekkür ederim.

Bu yazımızda sizleri Prof. Dr. Samih Bayrakçeken ve Dr. Özlem Oktay hocalarımın makalesiyle buluşturacağım. Diğer yazıları isteyen okurlarım dergiye ulaşarak istifade edebilirler.

Makale birazca uzun. Özetlemek istedim ancak yazının bütünlüğünü bozmak istemedim. Makale gazete köşemde yayınlanıp internete düşünce sadece eğitimcilerin değil hemen herkesin yazıdan kendine bir pay çıkartarak istifade etmesini istediğim için yazıyı aynen vermeyi uygun buldum.    

 

ETKİLİ ÖĞRETMENLERİN NİTELİKLERİ 

Prof. Dr. Samih Bayrakçeken ve Dr. Özlem Oktay

Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi 

“Hayatta en büyük talih, küçükken iyi bir öğretmene rastlamaktır.” Buket Uzuner 

Bütün eğitim kademelerinde eğitim sürecinin öğrenciden sonra gelen en önemli unsuru olan öğretmen, ilkokul düzeyi için çok daha ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü bu eğitim kademesindeki öğrencilerin bilişsel, sosyal, duygusal ve fiziksel gelişimlerinin hızlı bir şekilde gerçekleşmesi nedeniyle, bu yaş grubunda çevreden gelen uyarıcıların etkisi daha da fazla olmaktadır. Öğrenciler ilkokul öğretmenlerinin etkisinde çok fazla kalmakta ve bu etki birçok zaman hayat boyu sürmektedir.

Öğretmenin birçok tanımı yapılabilmekle birlikte en basit olarak, öğretme ve öğrenme sürecinden sorumlu kişi olarak ifade edilebilir. Buna göre öğretmenler, öğrencilerinin başarıları kadar, onların başarısızlıklarından da sorumlu kişilerdir. Ne yazık ki, eğitimin çeşitli kademelerinde (anaokulundan üniversiteye kadar) görev yapan bazı öğretmenler, öğrencilerinin başarısızlıklarından sorumlu değillermiş gibi bir anlayışa sahip olabilmektedirler. Bu sebepten dolayı, öğrencileri başarısız olduklarında böyle düşünen öğretmenler kendi kendilerini sorgulamamakta ve başarısızlığın nedenini farklı değişkenlerde aramaktadırlar

Öğretmenin etkililiği, öğrencilerini dersin hedeflerine ulaştırma düzeyi ile ilgilidir. Bir asırdan daha uzun süre üzerinde çalışılmasına rağmen, etkili bir öğretmenin sahip olması gereken özellikler konusunda bir fikir birliği bulunmamaktadır. Çünkü öğretmenlik, son derece karmaşık bir meslektir. İyi olarak algılanan nitelikler;  öğrencilerin kültürü, eğitim düzeyi, dersin konusu ve eğitim-öğretim ortamı gibi birçok faktöre bağlı olarak değişim gösterebilmektedir. Ancak araştırmalar sonucunda iyi olarak nitelendirilen bazı öğretmen özellikleri de rapor edilmektedir. Aşağıda, bu niteliklerden bazıları anahtar sözcükler şeklinde verilmiştir.

 

Etkili bir öğretmenin öğrencileri ile ilişkilerinde sevgi ve takdir ön plandadır. Bu öğretmenler öğrencilerine isimleriyle hitap ederler. Onları küçük düşürücü davranışlardan sakınırlar. Onların kendilerini değerli ve yeterli görmeleri için uygun öğrenme ortamları hazırlarlar. Öz-belirlemeci motivasyon/isteklendirme kuramına göre de herhangi bir ortamda bireylerin yapılacak görevlere motive olmaları için; özerklik, yetkinlik ve ilişkililik şeklinde sayılan üç psikolojik ihtiyacın karşılanması gerekmektedir. Yapılan araştırmalara göre korku ortamları, öğrencileri ezberlemeye yöneltmektedir. Sevgi, saygı ve güvenin hâkim olduğu ortamlar, derinlemesine öğrenme için daha uygundur. Şair Cahit Külebi “Bir nazlı kuşa benzer/ Çocuk dediğin/ Ekmek ister ev ister/ Öpülüp okşanmak ister,” dizeleriyle bu durumu güzel bir şekilde ifade etmektedir.

Prof. Dr. Samih Bayrakçeken ve öğrencileri

Etkili öğretmen, öğrencinin ne öğreneceğini, nasıl öğreneceğini, ne kadar öğreneceğini ve çevresindeki dünya ile nasıl iletişim kuracağını etkiler. Etkili öğretmen; öğrencinin okul başarısını arttırır, onun öğrenmeye olan ilgisini yükseltir ve böylelikle okula karşı öğrencide pozitif bir tutum gelişir. Etkili öğretmenler öğrencilerini; yetenekleri, öğrenme stilleri, ilgileri, kültürleri ve benzeri birçok yönüyle iyi tanırlar ve öğretimde onların bireyselliğini çok önemserler.

Dr. Özlem Oktay ve küçük bilimciler 

Etkili öğretmenlerin işlerini;  saatlik, günlük, haftalık, dönemlik ve yıllık olarak hatta ve hatta daha uzun bir gelecek için iyi planladıkları ve gerekli hazırlıkları iyi yaptıkları bilinmektedir. Yapacakları herhangi bir etkinlik öncesinde öğrencilerin o etkinlikten neler kazanacaklarını onlara açık bir şekilde ifade ederler. Etkili öğretmenler mümkün olduğunca çok çeşitli öğretim stratejileri kullanarak derslerini işler. Örneğin, öğrencilerin birbirlerinden öğrenmelerine imkân veren işbirlikli öğrenme akran öğretimi gibi yaklaşımları yaygın şekilde uygularlar.

Etkili öğretmenler motivasyon, öğrenme yöntemleri, zaman yönetimi, fiziksel ve sosyal çevrenin düzenlenmesi, performansı izleme şeklinde altı bileşenden oluşan akademik öz-düzenleme özelliğini de öğrencilerin kazanmaları için iyi model oluştururlar. Öz-düzenleme özelliğine sahip öğrenciler kendi öğrenmelerinin sorumluluğunu yüklenirler. Öz-düzenleme ile öğrencilerin başarılarının önemli ölçüde arttığı araştırmalarla ortaya konmuştur.

Etkili öğretmenler öğrencilerin yeteneklerinin sabit olmayıp, çalışmakla geliştirilebileceğine inanırlar. Ayrıca öğrencilerini zekâ ve yeteneklerinden dolayı değil, kullandıkları değişik öğrenme yaklaşımlarından ve sebatlı olmalarından dolayı takdir ederler.

Etkili öğretmen öğrencilere üst düzey sorular yöneltir ve onlardan olumlu beklentileri olduğunu açıkça ortaya koyar. Öğrencileri büyük oranda öğrenmeye katar. Etkili öğretmenler öğrencilerine üst düzey düşünme ve problem çözme becerileri kazandırmaya çalışırlar. Genellikle hatırlama düzeyinin üzerinde analiz, değerlendirme ve sentez gerektiren sorular sorarlar. Etkili öğretmenler, öğrencilerin öğrenmelerini sadece öğretim esnasında ve öğretimden sonra ölçmekle kalmazlar, öğrenciye okutulacak içerik bilgi ve becerisini öğretim öncesi de ölçerler. Böylece yapacakları öğretimi duruma adapte ederler ve öğrencilerinin ön bilgilerini ortaya çıkarırlar. Etkili öğretmenler; formal, informal, formatif, summatif ölçmeler dâhil olmak üzere öğrenci öğrenmesinin izlenmesinde değişik amaçlarla ölçme yaklaşımlarını kullanırlar. Yani ölçme ile öğretimi bir bütün haline getirip, öğrenciyi adım adım izleyerek onun hakkında hem dönüt alıp hem de dönüt verirler. Etkili öğretmenler ayrıca öğrencilerini kendi öğrenmelerini kendilerinin de ölçüp izlemesi yönünde teşvik ederler. Etkili öğretmenler, öğretim ortamını iyi bir şekilde düzenleme, yani sınıf yönetimi becerisine sahiplerdir. Çünkü sınıfın kötü yönetilmesi, davranış sorunlarına yol açar ve öğrencilerin akademik başarısını düşürür. Ayrıca etkili öğretmenler; adaletli, saygılı, öğrenme-öğretme sahip, öğrenmeye karşı olumlu tutum sahibi,  meraklı, iyi ekip çalışması yapabilen ve iletişim becerisi yüksek kişilerdir. Bu öğretmenler; okul yönetimiyle, öğrencileriyle, velilerle ve diğer meslektaşlarıyla çok iyi iletişim içerisindedirler.

Mareşal Fevzi Çakmak İlkokulu yöneticileri okul müdürü Sayın Muharrem Şahin ve müdür yardımcısı Sayın Malik Şahin’in, Erzurum İl Milli Eğitim Müdürü Sayın Salih Kaygusuz’unda teşvik ve destekleriyle, okul öğretmenleri ve velilerle birlikte bir takım ruhu içerisinde okullarında sevgiye, saygıya, takdire, hoşgörüye, empatiye dayalı, motivasyonu artırıcı güzel bir çalışma ortamı oluşturdukları anlaşılmaktadır. Bu üretken ortamda daha başarılı, daha mutlu öğrenciler yetiştirmeleri dileğiyle… 

Kaynaklar 

Bayrakçeken, S., Oktay, Ö., Samancı, O., & Canpolat N. (2021). Motivasyon kuramları çerçevesinde öğrencilerin öğrenme motivasyonlarının arttırılması: Bir derleme çalışması. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 25(2), 677-698.

Dunn, D. (2017). How to be an Outstanding Primary School Teacher 2nd edition. Bloomsbury Publishing.

Devamını Oku

BİZ KİMİZ?

BİZ KİMİZ?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu başlık Amerikan yurttaşı Yahudi asıllı Samuel P. Hungtinton’un Türkçe ’ye çevrilen Biz Kimiz: Amerikan’ın Ulusal Kimlik Arayışı eserinin adıdır.

Bu başlıktan hareketle yazımda “Biz Kimiz” sorusuna cevap arayacağım.   Bir kimlik arayışını değil, tarihi bir belgeyle çok zor şartlarda bir milletin yeniden doğuşunu ve kim olduğunu ortaya koyacağım.

İnsan her şeye ad verendir. İnsanın ad verme yeteneği doğuştan gelir. Hayvanlar adlandırma yapamazlar.

Kuran’da  “ad verme” Bakara Suresi 31-33 ayetlerle ortaya konur.

“Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru sözlü iseniz şunların isimlerini Bana söyleyin!” dedi. Melekler: “Seni yücesin! Senin öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Bilen Sensin, Bilge Sensin” dediler. (Allah:) “Ey Âdem! Onlara şunların isimlerini söyle” dedi. ( Âdem nesnelerin) isimleri onlara bildirince, (Allah: ) Ben size; Ben göklerin ve yerin gaybını bilirim; ayrıca sizin açıkladığınızı da gizlemekte olduğunuzu da bilirim» dememiş miydim?” dedi.

Kur’an’da özetle Allah,  Âdem’e varlıkların isimlerini öğretti. Âdem de Meleklerin yapamadığını yaparak ad vermeyi öğrendi.

Tevrat’ta ise ad verme olayı Yaratılış Babında şöyle anlatılır:

19 RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların, hepsini topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Âdem’e getirdi. Âdem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. 

20 Âdem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara ad koydu. Ama kendisi için uygun bir yardımcı bulunmadı.

21 RAB Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı.

22 Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi.

23 Âdem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik,

Etimden alınmış ettir” dedi,

“Ona ‘Kadın/Nisa ‘ denilecek,

Çünkü o adamdan alındı.”

20 Âdem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların anasıydı.

Burada da Âdem varlıklara ad verdi. Eşinin adını Havva koydu denmektedir.

Bu karşılaştırmalı bilgilerden sonra birisine sen kimsin dediğimizde, kendi niteliklerini belirtmeye ve açıklama çabasına girer.  Bir diğer ifadeyle kendisini başkalarından ayıran temel özellikleri, ayırt eden yaşantıları,  iyi ya da kötü yanlarını tarife ve tanımlamaya başlar.

“Biz Kimiz”  sorusunu kendimize sorduğumuzda cevaplamak için düşünür, başlarız tanım yapmaya.

Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşlarından sonra Türk Milleti’nin ne durumlara düşürüldüğü ve kim olduğu sorusuna cevabı Hamidâbâd /Isparta Sağlık Müdürü Dr. Besim Zühdü Bey’in 1922’de yayınlanan Hamidabad Sancağı adlı eserinden vereceğim.

Bu eserde “Biz Kimiz” sorusuna verilen cevap tarihi delillere dayalı, düşündürücü ve sorgulayıcıdır.

“Son otuz kırk sene zarfında Anadolu evlatları kendilerine bir mezar-ı âdem/mezarları dahi bilinmeyen Balkan şahikalarında/yüksek dağ tepelerinde, Arnavutluk derinlerinde, Yemen çöllerinde aralıksız didinir, çırpınır, parçalanır ölür. Bakiye-i suyufdan /kılıçtan kurtulan/kılıç artığı ancak sekiz on sene sonra bitap/ yorgun, hasta ve sakat bir halde kimsesiz yurtlarına dönebilirlerdi. Bugünkü Nesil İşte Bu Hasta Dirilerin Malul/Sakat, Hasta ve Yorgun Olan Evlatlarıdır. O evlatlar ki ratıp /nemli bir kulübede, çıplak bir halde bir parça kuru arpa veya çavdar ekmeği yiyerek bir tas ayranla maddi ve manevi bir sükûta/hayal kırıklığına bir de nezafeti âdem-i riayet/temizliğin yokluğu yüzünden zuhur eden hastalıklar; emraz- sarie /bulaşıcı hastalıklar ve zühreviye/frengi, belsoğukluğu gibi cinsel ilişkilerle bulaşan hastalıkları, Anadolu için daima bela olan sıtma da buna ilave edilirse Anadolu Türkü’nün ne gibi şartlar altında yetiştiği anlaşılabilir.”

Hülasa; “Biz Kimiz” sorusuna cevap ararken bu tarihi belge bize yol gösterdi, hamasi duygulardan uzak fotoğrafı doğru çekti.  Yine bu belge Çanakkale’nin, Sarıkamış’ın, Millî Mücadele’nin ne anlama geldiğini, Türk Milleti’nin hangi askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel badirelerden atlayarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduğunu da ortay koydu.

Bu vesileyle 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 107’nci gününüzü kutlar,  en kıymetli değer olan canlarını vatan için bağışlayan şehitlerimizi rahmetle anarım.

Yaralandığım eser: Zübeyir Saltuklu, Cumhuriyet’in Nezafeti. Fenomen Yayıncılık, Erzurum, 2019.

Devamını Oku

TEFECİLİK ÜSTÜNE

TEFECİLİK ÜSTÜNE
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bugünlerde faiz, riba, tefecilik, murabaha, nema, kâr payı,  hibe sözcüklerini sıkça görsel ve yazılı basında duymaktayız.

Bu sözcükler daha çok iktisadi anlamda kullanılan sözcüklerdir.

Faiz sözcüğü Arapça bir sözcük. Ancak Kuran’da ve hadislerde geçmez.   Ekonomi anlamıyla faiz:  İşletmek için bir yere ödünç verilen paraya karşılık alınan kâr, getiri, ürem, nema. Yine Kapitalist ekonomide, artık değerin değişikliğe uğramış biçimi olarak paranın fiyatı, kiralanan paranın kira bedeli anlamındadır.

Riba Arapça bir sözcük, Kuran’da ve hadislerde faiz değil riba kelimesi geçmektedir. Sözlük anlamıyla riba; artma, fazlalaşma, yükselme demektir. Eldeki malın artışı, birinin dağın tepesine çıkışını, topluluğun içinde şerefinin yükselişini ifade eder. Ödünç işlemlerinde ve alışverişte karşılığı bulunmayan hakiki veya hükmî fazlalık. Her türlü artışı ve yükselişi gösterir. Fıkıh/hukuk olarak; borç verilen bir parayı veya malı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla yahut borç ilişkisinden doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacağa ek vade tanıyıp bu süreye karşılık onu fazlalıkla geri almanın veya bu şekilde alınan fazlalığın adıdır. Türkçe ’de kullanılan “faiz” kelimesi Arapça kökenli olduğu halde genelde ribâ ile eş anlamlı kabul edilir.

Riba ile ilgili ayetler şunlardır:

“O ribayı yiyenler, şeytanın bir dokunuşla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu böyledir, çünkü onlar, “Alış-veriş de riba gibidir.” demişlerdir. Oysaki Allah, alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’a kalmıştır. Yeniden ribaya dönene gelince, böyleleri ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır orada.” Bakara 275. “Allah, ribadan beklenen artışı mahveder, sadakalar karşılığında artışlar getirir. Allah, nankörlüğe batmış günahkârların hiçbirini sevmez.” Bakara 276. 

“Ey iman sahipleri, Allah’tan korkun. Ve eğer inanıyorsanız ribadan geri kalanı bırakın.” Bakara 278. “Eğer bunu yapmazsanız, Allah ve resulünden bir harp ilanını duymuş olun. Tövbe ederseniz, mallarınızın esasları/anaparalarınız sizindir ne zulmeden olursunuz ne de zulme uğratılan.” 279. “Eğer borçlu zorluk içinde ise eli genişleyinceye kadar beklenir. Borcunu sadaka olarak ona bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.” Bakar 280. “Ey iman sahipleri! Ribayı öyle kat kat katlayarak yemeyin. Allah’tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz.” Al-i İmran 130. “İnsanların malları içinde artsın diye riba olarak verdiğiniz, Allah katında artmaz. Allah’ın yüzünü isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte onu verenler kat kat artıranların ta kendileridir.” Rum 39. 

Tefeci: El altından yüksek faizle ödünç para veren kimse, faizci, murabahacı:

Tefecilik:  Faizcilik.

Arapça bir sözcük olan murabaha; kişilerden hukuki sınırı geçen bir miktarda faiz alarak borç para verme olayı.

Murabahacı:  Ticari bir malı çok fazla kârla satan kimse. Arapça bir sözcük olmasına rağmen Kur’an’da ve hadislerde murâbaha kelimesine rastlanmamaktadır.

Nema da Arapça sözcük: Büyüme, gelişme, çoğalma. Ekonomi de faiz anlamınadır.

İslam dini bir devlet yönetim sistemi, bir iktisadi sistem ya da bir hukuk sistemi getirmiş midir? El cevap hayır. İslam bir dindir. İnsanlar hangi dine inanıyorlarsa o dinin ahlaki, itikadi, hukuki, iktisadi, edebi, felsefi ve siyasi anlayışlarını oluşturabilecek akli ve ilmi yeterlilikleri varsa siyasi, hukuki ve iktisadi sistemleri oluştururlar. Bu sistemler de din değildir.  Max Weber Protestan Ahlakı, Kapitalizmin Ruhu adlı eserini yazdı. Bu din kitabı değil, iktisat kitabıdır. Bizim fıkıh kitapları bir din kitabı değil, fıkıh/hukuk kitabıdır.

Batı uygarlığı iktisadi anlayış olarak kapitalizm ve onun alternatifi komünizm sistemini üretti. Soğuk savaş döneminde ideolojiye dönüşen bu sistem sahipleri kıran kırana savaştılar.  Asya toplumu olan Rus, Çin ve Vietnam komünizmi seçince Vietnam’da Rusya ve Çin birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı savaşa tutuştu. Binlerce değil milyonlarca insan öldürüldü. Küba’nın Sovyetlerin yanında yer alması ve Küba’nın komünizmi seçmesi A.B.D ile iki ülkeyi nükleer başlıklı füze savaşı eşiğine getirmişti. İspanya iç savaşında cumhuriyetçilerle solcular arasında ki savaş milyonların ya öldürülmesi ya da sürgün edilmesiyle sonuçlandı. Bazı Güney Latin Amerika devletleri, Afrika devletleri ve Arap devletlerinin sosyalizmi seçmeleri bunun cabasıdır. Bütün dünyayı değiştiren ve dönüştüren kitaplardan Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği ve Karl Mark’sın Ekonomi Politiğin Eleştirisi üzerine Das Kapitali ve Komünist Manifestosu olmuştur. Bizde de komünizm sistemine heveslenler olduysa da Atatürk bu sistemin bize uymadığını belirterek düşünce kapılarını kapattı.

Selçuklu ve Osmanlı medreselerinde “iktisat” ilmi okutulmadı. Böyle bir ilim de yoktu. Bu nedenle de “iktisadi akıl” yeterince gelişmedi.   Bu konular hukuki/fıkhi açıdan daha çok helal-haram, caiz-caiz değil gibi açısından inceleniyordu.  İktisat düşüncesi bu açıdan yapılıyordu. Dünyayı iktisadi açıdan daha iyi anlama çabası bilim çevrelerinde okutulmayınca Batının sömürgeci ülkesi durumuna düştük. Hala bocalıyor, düşe kalka ayakta kalmaya çalışıyoruz. Bugün bazı üniversitelerde İslam Bankacılık ve Finans üzerine bölümler açılarak çalışmalar yapılmaktadırlar. Türk iktisat tarihimiz var ancak iktisat üzerine düşünürümüz yok. Olsaydı Türk bankacılığı diye bir anlayışımız olurdu. Dahası Sultan II. Abdülhamit Galata Bankerlerinden faizli para alır mıydı?

1910 yılında yayın hayatına Kayseri’de başlayan Erciyes Gazetesi’nde Osmanlının son çırpınış dönemin en önemli sosyal sorunları olan eğitim, sağlık, sosyal barış, ihtikâr, kaçakçılık, mültezimlik, kadın oynatma, sarhoşluk, kumar, serbest ticaret, reji idaresi, vergiler, kolcular, şirketleşme, sigorta şirketleri, nakliye, ihracat, ithalat ve tefecilik dile getirilir ve çözüm önerileri sunulur.

Osmanlı ülkesinin en baş belası tefecilikti. İslam Ansiklopedisi murabaha maddesinin sonuç bölümünde şu bilgi verilir:

“Osmanlılar ’da faizle para vermeye, özellikle kanunî sınırın üstünde faiz şartı içeren borç mukavelesine ve aşırı kârla satış yapmaya murâbaha, faizle para verenlere murâbahacı deniyordu. İzinsiz olarak faizle ödünç vermeyi âdet edinmiş kimseler için tefeci tabiri kullanılırdı. XVI. Yüzyılın ortalarından itibaren Anadolu’ya yayılan kapıkulları ile diğer askerîlerin ve emeklilerinin murâbaha ve iltizam yoluyla ekonomik yönden güçlenip âyanlara katılmasının Osmanlı’nın siyasî, iktisadî ve içtimaî dengelerinin bozulmasında etkili olduğu, âyanın bir yandan iltizama katılmak ve çiftçiye borç vermek suretiyle servetini arttırırken diğer yandan da işlerini düzeltme veya vergisini ödeyebilmek için borç alan halkı kendisine daha bağımlı hale getirdiği görülmektedir. Özellikle 1596’dan sonra bir kısmı murâbahacılık kurbanı olan binlerce insan Celâlî saldırılarından kurtulabilmek için civardaki emniyetli şehir ve kasabalara, İstanbul’a, hatta Rumeli’ye kaçmıştır. 1609’da Sultan I. Ahmed, reâyâyı tefecilerden ve ehl-i örfün baskı ve haksız salmalarından korumayı amaçlayan bir adâletnâme çıkarmıştır. Osmanlı idaresince 22 Mart 1303 (3 Nisan 1887) tarihinde çıkarılan ve faiz hadlerini % 9 ile sınırlandıran tüzük de Murâbaha Nizamnâmesi adını taşıyordu.”

Bu anlayışla Bankacılık tarihimize yakinen bakınca şu durumu görüyoruz:

Osmanlıda ilk olarak 1847 yılında Galata bankerleri tarafından İstanbul’da “Banque de Constantinople”/Bank-ı Der Saadet adıyla banka kuruldu. -Constantinople İstanbul demektir.- Bankanın sermayesi düşük olsa bile itibarı yüksekti. Bankanın kabul ettiği poliçeler Avrupa ülkelerinde de kabul ediliyordu. Bank-ı Der Saadet, yabancı ülkelere kabul edilen poliçeleri yüzünden olan kısa vadeli borcunu ödeyemediğinden dolayı 1852 yılında kapatıldı. Daha sonra yerine “Osmanlı Bankası” adı altında 1856’ de bir banka kuruldu. İlk önce İngiliz sermayesi sonra Fransız sermayesiyle yoluna devam eden banka Osmanlı tarihindeki en modern banka olmuştur. Bankaya para basma yetkisi bile verilmişti.

Ziraat Bankasının bir şubesinin de Kayseri’de açılması için büyük gayretler gösterilmiştir.

Osmanlı nüfusunun %80 ‘i köylüydü. Osmanlı bir köylü toplumuydu. Erciyes Gazetesi’nde bankanın açılmasının gerekliliği üzerine yazı metni şöyledir:  “Köylüde para olmadığı için demirini, çiftini zahire karşılığı yaptırmaktadır. Köy imamını bile zahire karşılığı tutar. Elbisesini tohumluk buğday karşılığı üç, dört kat fazla fiyatla tedarik eder. Öküzü kazara ölürse yerine Celepçi’den parası üç, beş senede ödemek üzere anlaşma yapılır. Celepçi’nin insafına göre bir de “faiz” konur. Üç-dört yıl sonra ödenen para değer fiyatının üç –dört misli olur. Celepçi’ye para öderken köylünün çektiği zulümler! Celepçi paranın arkasını bitirmek istemez. Celepçi köye vardığında ne ikramlar! Atının arpasının yiyeceği bile köylüden çıkar.  Bir de ticaret serbesttir denecektir. Ticaret serbest olmalıdır. Ancak insani, ahlaki ve hukuki olmalıdır. Köylü Ziraat Banka’sından %6 faizle para alırsa muhtekirlerin/vurguncuların elinden kurtulmuş olur.

Kayseri’de II. Meşrutiyetle beraber siyasi eşitliği ellerine alan Gayri Müslim halk her bakımdan Türklerden iyi durumdaydılar. Türkler iktisadi bakımdan oldukça geriydiler. Askerlik 7 yıldı. Gayri Müslimler askerlik yapmıyorlardı. Avrupalı sömürgeci ülkeler okullar, hastaneler ve ticari şirketler yoluyla bunları taşeron olarak kullanarak zenginleştiriyorlardı.  Dahası ayrılıkçı fikirleri yeni yetişen gençlere aşılıyorlardı. Osmanlı yabancı okullar ve ticaret yoluyla içten yıktırıldı. Kayseri’de her üç kişiden birisi Gayri Müslim’di.

1905-1906 yıllarında Ermeni Osmanlı yurttaşlarınca açılan “İpranosyalılar Mağazası” Kayserinin umum esnafını satışının yarısını yapıyordu. Sivas’ta da “Bon Marche”  yani “İyi Çarşı”,  “İyi Alışveriş Merkezi” de yaklaşık bu durumdaydı. Kayseri Mutasarrıfı Ahmet Muammer Bey Kayseri’de varlıklı Türk eşraf ve esnafını toplayarak bakkaliye, tuhafiye, yün ve halıcılık üzerine şirket kurması gerektiğini teşvik ediyordu.  Bunun üzerine “Osmanlı İslam Suhulet Şirketi” kuruldu. “Suhulet Mağazası” açıldı. Şirket 10 kişiden Mahkeme Hanı’nda oluşturuldu. Şirkete üye olmak için Müslüman olmak şartı konuldu. Her hisse 20 Osmanlı lirasıydı. Fatura, tuhafiye, bakkaliye üzerinde çalışacaktı. Şirketin başındaki İslam sözü “ideolojik” anlamda ya da cemaatleşme olarak değil, “İslam dininin şirkete mâni olmadığını belirtmek, yastık altındaki maddi değerlerin şirket yoluyla iktisadi hayata katılması için kullanılıyordu. İslam sözcüğü 1950’lardan sonra ideolojiye dönüştü, siyasal İslam zihniyetiyle her şeyin başına İslam eklendi. İslam’da Cinsel Hayat adıyla bile kitaplar yayınlandı!

Dahası 1910 yılında İngiliz Hükümeti kontrolünde “Hayat Sigortası” imkânı Kayseri’ye getirildi. Sarraflar Çarşısında Halı tüccarı Mıgırdıç Nişan Halıcıyan Mağazasında işlemler yapılıyordu.

O tarihlerde bir gencin kolu yün tarama makinesine sıkışmış ve parçalanmıştı. Yasalarda bu durumda kalanlar için sigorta yasası olmadığından tek kolla hayatını sürdürmek zorunda kalmıştı.

Bugün Suudi Arabistan’da emeklilik ve sigortacılık dinen sakıncalı diye yasaktır. Umrede orada çalışan Türk işçilerine sigortanız ve emekliliğiniz var mı dediğimizde bu durumu söylemişlerdi. Peki, Suudiler paralarını nereye yatırıyorlar!  Başına İslam sözünü her yere verince o şey İslam olmuyor. Sizin ve bizim anladığımız yorumladığımız oluyor. Niyazi Berkes Türkiye’nin Çağdaşlaşması adlı eserinde bu konuda şunları ileri sürer: “Orta çağ Hristiyanlığında olduğu gibi, İslamlıkta da faiz ile riba bir tutulmuştur. Batıda din açısından bu ikisi birbirinden ayırabilen din adamı Calvin olmuştur.(Max Weber’in onu kapitalist ekonomiye din ahlakiyatında yol açan kişi olarak gösterişinin nedenlerinden biri budur). Her iki dinde de faizciliğe karşı konan bu din yasağına karşı faizcilik hatta riba daima yaşadıktan başka en yüksek din örgütlerinin ekonomisine de girmiştir. Hıristiyanlıkta en büyük faizci Papalık; İslamlıkta Evkaf olmuştur. Ancak kapitalist ekonominin geliştirdiği örgütlerle riba kalkmış;  faiz yeni bir anlam kazanmıştır. Faizsiz kapitalizm düşünülemez. Fakat kapitalizmdeki faiz, Kur’an’ın şiddetle yasakladığı riba değildir. İslamcı yazarların hiçbiri bu ayrımı bilmedikleri gibi, faizin din açısından caiz olduğunu yazan tek kişi çıkmamıştır. İslam yazarlarının çoğuna göre sigorta da ribanın bir çeşididir. Üstelik Tanrının gücüne ve takdirine güvensizlik demektir.” Sayfa 457.

Dün Osmanlı’da olduğu gibi bugün de Anadolu tefecilerin, vurguncuların zulmünden çekmektedir. Tefecilerin eline düşmeyen kaç köylü, kaç esnaf var! İktisadi sistem düzgün çalıştırılmayınca bankalar da halkın sırtında kambur oluyor. Her gün görsel ve sözlü basında Merkez Bankası ile ilgili haber geçmektedir. Siyasete bağımlı mı olsun, bağımsız mı olsun, rezervleri ne oldu, rezervlerinde kaç para var? Bu nedenden ötürü Merkez Bankası ekonominin temeli sayılmaktadır.

Bir diğer tefecilik de Türk Bankacılığını haram sayan İslamcı geçinenler, Arap bankacılığını helal sayarak insanımızı nasıl sömürgeciliğin kucağına attılar. İnsanımızın temiz duygularını “faizsiz bankacılık” adıyla nasıl sömürdüler. Evliliğimin ilk yılında -1991- hanımın 100 Doları vardı. Al Baraka ’ya zorla itirazıma rağmen yatırdı.  İhlas ve ona benzer kuruluşlar bu halkın dini duygularını nasıl kötüye kullandılar, hala da kullanmaktadırlar.

Daha orta yerde devlet bile yokken Cahiliye Arapların tefecilik adıyla yaptıkları zalimce ticari uygulamaları elbette Kuran reddetmiş, adil paylaşımı ve alışverişi helal kılmıştır. O günkü Riba anlayışı ve uygulamaları bugünün bankacılık sisteminin aynısıdır diyerek “kâr payı”, “faizsiz bankacılık” adıyla kendi halklarına “hile-i şeriye” yoluyla ticaret yapanlar, iş Batı ülkeleriyle ticarete gelince Batı bankacılığına uyarak ticaret yapmaktadırlar. Bu durum tam bir Şark kurnazlığı ve iki yüzlüğüdür. Birkaç kişinin görüşlerini esas alarak kurulmuş bankacılık sistemini helal ve haram üzerinden değerlendirmek bizlerin acizliğini ve yetersizliğini göstermektedir.  Dahası iktisaden geri kalmış bir uygarlığın çırpınmalarıdır.

2022 yılınızı her türden tefecilikten ve tefecilerden uzak olarak sağlıklı ve mutlu geçirmenizi dilerim.

Bu konuda daha geniş bilgi için sizlere şu çalışmaları önereceğim: Prof. Dr. Fahrettin Olguner, İnsan ve İslam. Thomas Wilson, Tefecilik Üzerine Bir Vaaz. John Calvin Tefecilik Üzerine Mektup. Bir de Kurtuluş Demirkol’un  “Toplumsal Trajedi: Osmanlı İmparatorluğunda Tefecilik (1848-1864)” adlı makale.

Devamını Oku

ACI, HASTALIK VE BUNALIM ÜZERİNE

ACI, HASTALIK VE BUNALIM ÜZERİNE
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Gerek bedensel gerek ruhsal (akıl ) yanıyla acı sözcüğünü birçok anlamda kullanırız.

Acı, sızı ve sancı duymak, acı çekmek,  birine acı söz söylemek, acı yüzünü göstermek, acı dil kullanmak, birinden acısını çıkarmak, ağrı, dert, elem ve keder içinde olmak. Yas tutmak, ıstırap içinde olmak,  ölüm için üzülmek, acı hissetmek, birisinin acısını paylaşmak, kuyruk acısının olması gibi. Hatta yel acı acı esiyor, Bir fincan acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır deriz. Allah başka acı göstermesin diye de dua ederiz.

Bunalım elbette bir insan için olduğu kadar bir toplum için de çöküntüdür, gerginliktir, depresyondur ve umutsuzluktur.

Susuzluk, kıtlık, savaş,  deprem, fırtına, yangın, sel, salgın, toplumsal esaret, iç savaş ve terör gibi felaketler elbette acı, bunalım ve ıstırap nedenleridir.

Hristiyanlık ve İslamiyet’in acı, ağrı ve ıstırap çekme hakkındaki görüşleri farklıdır.

Hristiyanlığa göre aşırı düzeyde ağrı, acı ve ıstırap Tanrı’nın bir hediyesidir. Minnetle kucaklamak gerekir.

Bu anlayışla Hristiyanlık ağrı, hastalık ve ıstırap için dört kural belirtir:

Birinci kuralİnsanlar kederlerine teslim olmalı ve onları etkin bir şekilde kutlamalı. Hz. İsa’nın ağrı ve acıları bize örnek olmalıdır. Hristiyanlığa geçmiş “zenci köle” misyonerlerin öğrettikleri anlayışla, İsa’nın sopası, köle sahibinin kamçısının yerini almıştır.  Kimsenin dövmediği ve kamçılamadığı halde köle ıstıraba kucak açarak başından ayaklarına dek ağrı içinde olduğunu söyler. “İsa Mesih” bu ağrıyı göndermişti. Bundan ötürü ağrı için teşekkür etmek gerekir. Diğer ıstırap çeken dindarlar da dua ederek, dini metinleri tekrarlayarak, İncil’in yapraklarını göğüslerine koyarak  “son nefesini” verirler.

İkinci kural: İnsanın ıstırap çekerken bile, ıstırabın manevi yenilenmeye neden olduğuna inanmasıdır.  Ölüm anında bile sabır, teslimiyet, en dayanılmaz ağrılardan ıstırap çekerken bile bir kere bile şikâyet ettiğinin duyulmaması.

Üçüncü kural: Tanrı’dan gelen ağrının, acının ıstırap çeken kişiye bu dünyada kendisine takdir edilmiş yeri hatırlatıyor olmasıdır.

Beyaz ırktan olmayan bir kadına misyonerler “Bu dünyadaki konumun boyun eğmeyi ve kendisinden yukarıdakilere ‘şefkatleri ve sevgileri’ için minnettar olması gerektiği anlayışını” öğretiyorlardı. Dolayısıyla “zenci kadın” bu bilince sahip olunca dışlanma nedeniyle yaşadığı aşağılanma, çektiği ıstırap daha çok yararlı, olumlu ve kabul edilmiş bilince dönüşüyordu.

Dördüncü kural: Ağrı, acı ve ıstırap, İsa’yı taklit ederek katlanılması gereken bir lütuf olduğudur. Teslimiyet ve kabullenme, ıstırap ve acıya katlanma dindarlığın işaretidir.

Her nasılsa hep” “beyaz insanın” kamçısıyla yaptığı ıstıraba ve acıya “zenci insana” katlanması öğütleniyor. Neden “ “zencin kadının” kırbacıyla yaptığı acıya “beyaz kadına” katlanma öğütlenmiyor?  Sömürgecilik tarihi işte böyle bir şey! Bu bilinç elbette yaralı bilinçtir. Mikroskop icat edilmeden önce de hastalıkların ve ıstırapların nedenleri günahlarımız diye inanılıyordu.  Dahası Allah Türkleri Hristiyanların günahları nedeniyle cezalandırmak için başlarına bela vermişti. Cumhurbaşkanlığımızın forsundaki yıldızlardan birisi olan Avrupa Hun İmparatorluğu’nun Başbuğu Attila’ya Tanrı’nı kılıcı diyorlardı.

Bizim toplumumuzda da çekilen acı ve ıstıraplar günahlara kefarettir sözünü duyarız. Ancak Kuran’da böyle bir cümleye rastlamadım.

Kuranda hastalık ayetlerini tasnif edersek ikidir.

Birincisi: “Kalplerinde hastalık bulunanlar.” Müddesir 31, Muhammed 20. 29, ahzap 12. 32, nur 50, enbiya,83.tevbe 125, enfal 49, maide 52.

İkincisi: “Bedenen hasta olanlar.” Müzemmil 20, vakıa 55, fetih 17,saffat 89. 145, şuara, 80. Nur 61, hac 53,Yusuf 85, tevbe91,maide 6, Nisa 43. 102, Al-i İmran 49, bakara 10.177. 185. 184.196.

Ağrı, acı ve ıstırap için Hristiyanlıkta olduğu gibi Kuran’da dört kural yoktur. Kuran’da kalplerinde hastalık olanlar suçlanmaktadır. Çünkü ikiyüzlü, arabozucu, güvenilmeyen insanların kalpleri hastalıklıdır.

Hasta olanlar da bedenen hasta olanlardır. Kuran’da oruç, namaz, hac gibi bedeni ibadetlerde onlara kolaylık sağlamak için zikredilir.

Yine halkımızın arasında yaşayan hikâyelerde, şairlerin şiirlerinde, vaaz kitaplarında hastalık ve Hz. Eyüp arasında ilişki sıkça kullanılır. Sanıyorum bu bilgiler Kuran’a dayalı değil, Hristiyanlık ve Tevrat bilgisidir.

Tanrı Elçisi Hz. Eyüp’ün hastalıktan dolayı çektiği acı, ıstırap ve zarar hakkında geçen olay Kuran’da şöyle anlatılmaktadır:

“Ve an kulumuz Eyüp’ü da hani Rabbine nida edip de demişti ki: Gerçekten de Şeytan beni yordu ve azaba uğrattı. Vur yere ayağını, bu yıkanılacak ve içilecek serin su işte demiştik. Ve ona ailesini de ve onlarla beraber daha bir mislini de bizden bir rahmet ve aklı başında olanlara da bir öğüt ve ibret olmak üzere verdik. Eline dedik, bir demet sap al da onunla vur ve yeminini bozma. Şüphe yok ki biz onu, sabırlı bulduk, ne güzel bir kuldu ve şüphe yok ki o, daima Rabbine dönen, tövbe eden bir kuldu. Sad 41-44.

Hz. Eyüp acı ve ıstırabı Allah verdi demiyor, “Şeytan beni yordu ve zarara uğrattı” diyor. Acıdan kurtulması için tövbe ediyor.  Acıya sabretmesi takdir ediliyor, ancak ondan bu acı ve ıstırabın tatlıya ve huzura çevrilmesi için de Allah’tan şifa vermesini ve yol göstermesini istiyor.

Enbiya suresi 83-84 ayetlerde de zarar veren şeytan sözü geçmeden hemen hemen aynı anlamda şöyle denmektedir:

“Hani Eyüp de o (sıkıntı) vaktinde Rabbine: “Şüphesiz bu sıkıntı (ve hastalık) beni (iyice) sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye yalvarıp nida etmişti. Derken duasını kabul ettik de ne zarara uğradıysa giderdik ve katımızdan rahmet ve ibadet edenlere ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber daha da bir mislini verdik.”  

Elbette hayatta acı ve ıstıraplar körü körüne amaçsız çekilen bir durum değildir. Ancak acı çekmeyi kutsayan Hristiyanlık anlayışını Kuran anlayışı gibi sunmak haksızlık olur. Acıya bir değer verme ve hatta mutluluğa erdirici bir niteliklerden biri gibi hastalığı isteme söz konusu olamaz. Dahası günahlardan arınma ve ruhunu yüceltme bu yolla olmamalıdır.

Tabiat felaketlerini,  toplumsal, ahlaki, hukuki ve ekonomik adaletsizlikleri, zalim ve beceriksiz yönetimleri bir lütuf olarak kabul etmek asla Kuran’ın anlayışı değildir.  Eğer bu anlayışı kabul edersek Allah kötülüğün kaynağı olur. Bu durumda insan iradesini, sorumluluğunu ve hürriyetini kaybeder. Kölenin efendisinin kamçısıyla cezalandırmasını, acı ve ıstırap çekmesini bir lütuf kabul etmesini kabullenmek Müslümanın hele hele Türk milletinin onuruna yakışmaz. Ne acı ve ıstırap veren olalım ne de kimseye acı ve elem çektirelim.

Bireysel olarak insan kendi hatalarının sonucunda acı ve elemlerle karşılaşabilir. Elbette toplumlar da kendi elleriyle yaptıkları hataları nedeniyle ekonomik, hukuki, iktisadi, siyasi ve ahlaki bunalımlar yaşayabilir. Dünyayı saran covid-19 salgını gibi hastalıklarla da karşılaşabilirler.

Tüm bu olumsuzluklarla karşılaşıldığında gerek fert gerekse toplum olarak hatalarımızı kabul edelim.

Hatayı kabul etmemek daha büyük acı, bunalım ve ıstırapların habercisi olabilir.  

Kuran’ın üçte ikisi geçmiş toplumların neden yıkıldıklarını haber vermektedir. Kuran’ın ifadesiyle geçmiş toplumların yıkılışı onların masalları değil, gerçekleridir.

Burada yapılacak iş herkesin sorumluluktan kaçmadan birbirinin üstüne sorumluluğu atmadan insani yoldan çıkış yolu bulmaktır.  Vicdan ve insani değerlere sadık kalarak nimette de külfette de ortak hareket edilmelidir.

Allah’ın muradına uygun davranışta bulunulmadığı ve yardımı hak edilmediği sürece Allah yardım etmeyecektir.

Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez ve Allah insanlara (kendi kötülüklerinin bir sonucu olarak) bir felaket tattıracağı zaman hiçbir şey bunun önünde duramaz: çünkü onların, kendilerini O’na karşı koruyabilecek kimseleri yoktur.”Rad, 11.

Devamını Oku

BÜYÜK SELÇUKLU SULTANI ALP ARSLAN’IN GURURU VE ACI SONU

BÜYÜK SELÇUKLU SULTANI ALP ARSLAN’IN GURURU VE ACI SONU
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türk tarihinin kaderinde çok önemli bir şahsiyet hiç kuşkusuz Büyük Selçuklu Sultan Alp Arslan’dır. 20 Ocak 1029 yılında doğan Sultan 1064 yılında 35 yaşında iken Büyük Selçuklu tahtına oturur.

Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in ordusunu 1071 yılında Malazgirt Meydan Savaşı’nda yenerek tarihimizde büyük bir ün kazanmıştır. 1072 yılında çok genç denecek bir yaşta hiçte beklenmeyen acı bir sonla 43 yaşında hayatını kaybetmiştir.

Sultanın hayatının acı sonunu Ahmet Bin Mahmut’un kaleme aldığı Zübdetü’t –Tevarih veya diğer bir adla Ahbarü’d –Devleti’s – Selçukiyye adlı eserinden olduğu gibi aktarmak istedim. Eser Prof. Dr. Erdoğan Merçil tarafından Selçukname adıyla 2011 yılında yayına hazırlanarak yayınlanmıştır.

Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra Artuk Bey kumandasındaki kuvvetler Anadolu’ya girmeye hazırlanırken, Sultan Alp Arslan, Karahanlı Hükümdarı Şemsülmülk Nasr Han’ın Hârizm ve Tohâristan melikleri olan oğulları ile devamlı savaş halinde olması ve Selçuklulardan toprak almaya çalışması nedeniyle 200.000 kişilik ordusuyla doğuya yönelerek Mâverâünnehir’e hareket etti.

“Alparslan’ın ordusu Ceyhun nehrini geçtikten sonra sultan bütün Müslümanların evlerine, kadın ve çocuklarını yağma etmek için emir verdi. Hiçbirine merhamet etmemelerini ve acımamalarını söyledi. Askerin öncüleri Şemsü’l- Mülk’ün vilayetine girdi, ucu Buhara çevresine ulaştı. Eşya ve malları yağmalayıp Müslüman aile ve çocuklara el uzatıp türlü rezillikler yaptılar. Sonra halk Buhara’dan göçüp Semerkant’a kaçtılar. Bütün Salihler (iyi ve günah işlemeyen kimseler), ibadet edenler bilginler, vaizler ve zahitler ve halktan zengin ve fakir birçok kimse toplanıp bir nice gün oruç tutup namaz kıldılar ve ibadetle meşgul oldular. Sultanın ortadan kalkması için Allah’a güvenip yalvarıp dua ettiler. Sultandan Allah’a şikâyet ve beddua edip üzerindeki kötülük ve zararı kaldırması için çağrıda bulundular. Sultan askeri ile nehri tamamen geçtiği ve Buhara tarafına yürüdüğü zaman o gece bir rüya gördü. Bu rüyada Şemsü’l – Mülk üzerine ulaşmadan önce bir şahıs gelir, bir bıçak ile sultanı böğründen vurur. Sultan uyanıp yattığı yerden acı duyarak kalkar. Sanki böğründe yaranın izi var gibidir. Sonra rüya tabircisini getirip rüyayı açıklattılar. Rüya tabircisi ,‘Bu sefer de yanınızda olan yakınınız ve itibarlı bazı adamlarınıza zarar gelmesi ihtimali var.’ Dedi. Sultan kuruntulu ve gönlü kaygılı oldu.

O taraflarda Berzem diye anılan meşhur bir kale vardı. O kalenin kumandanı Harezm’den Yusuf adında bir emirdi ve gayet yiğitti. Alp Arslan askerin öncüleri o kaleyi kuşattılar, sonra zorla aldılar. Yusuf’u tutup sultana geldiler. Yusuf, sultanın önüne durdu. İki oğlan iki yanından ellerini tutup sultanın emrine bakarlardı. Sonra sultan o şahsın çirkin hareketlerini ve bozukluklarını yüzüne sayıp döktü. Sultan, ok ile vurup öldürmek için dört tarafına kazık çakarak Yusuf’un bağlanmasını emretti. Yusuf bu durumu görerek ‘Ey korkak, benim gibi bir kimse böyle bağlanılarak mı öldürülür? Yoksa senin gibi biri beni nasıl katledebilir?’ dedi. Sultan öfkelenerek eline önce yay ve sonra nişan alıp, ‘Koyverin.’ Dedi. Yanında duran oğlanlar Yusuf’u bıraktılar. Sultan yayı çekip üzerine bir ok attı. Ancak attığı ok Yusuf’a isabet etmedi o zamana kadar sultanın ok atıp da hedefine ulaşmaması ve attığı kişiyi vurmaması olmamıştı. Yusuf sultanın üzerine ilerledi. Sultan tahtından aşağı inmek isteyince ayağı sürçüp yüzü üstüne düştü. Yusuf elinde bir bıçak ile yetişti ve sultanı böğründen vurdu. Sadü’t Devle Gevherayin de orada bulunuyordu. Yusuf’un sultana hamlesini görünce kendisini Yusuf’un üzerine attı. Yusuf Gevherayin’in hamlesini savdı ve onu da birkaç yerinden yaraladı. Ancak çok tesir ve vurduğu bıçaklar gövdesinde yer etmedi. Sonra sultanı başka bir çadıra götürdüler. Yusuf’u arkasından kovaladılar. Ferraş( Saray hizmetlisi) Ermeni, Yusuf’a yetişip bozdoğan(topuz, gürz) ile başına vurdu. Vurduğu gibi öldü. Türkler yetişip etrafını aldılar ve parça parça kıldılar. 

Sultan: “Bir düşmanın üzerine gitmeden ve bir sefere karar vermeden önce Allah’tan yardım ve zafer dilerdim. Bu kere askerimin çokluğuna itimat ve ordunun büyüklüğüne güvendim. Dünkü gün asker gelir iken bir tepenin üzerine çıktım, aşağı askerime baktım. Atımın ayağı altından,  askerlerin atlarının ayaklarının yerin titrediğini duydum. Gönlüme gurur gelip  “Bu kadar çok askere sahibim. Benim gibi bir han ve ulu sultan yoktur,” dedim Tamğaç oğlunu (Şemsü’l Mülük) ve ülkesini ve bütün Mavareünnehr’i alacağıma inandım. Günahıma yattım. Allah’ı unuttum. Başıma bunun gibi bir durum geldi ve Allah isteğime ulaştırmadı.” Dedi. Günahının söylediği durum için Allah’tan bağışlanmasını istedi. Saltanatı Melik Şah’a vasiyet etti.” (sayfa 113-116). 

Sultan Alp Arslan yaralarının acısına daha fazla dayanamadan 4 gün sonra 14 Aralık 1072 yılında büyük hedeflerini gerçekleştirmeden vefat etti. Sultanın cenazesi Merv’e geri getirilerek babasının ve amcasının yanına defnedilir. (Mezarı yeri şaibelidir.)

Hani bir söz var ya: “Mağrurlanma Padişahım senden büyük Allah var.” “ Mazlumların ahı ve feryadı ta arşa kadar ulaştı.”   Sadi Şirazi de  “Mazlumun âhı arşı titretir,” der.

Not: Esir alınan Bizans İmparatoru Romanos Diogenes ile Sultanın ilişkisini bir diğer yazımda kaleme almayı düşünüyorum.

Devamını Oku